6 Mayıs 2016 Cuma

YÖNETİM


Platon yaptığı araştırmalar ve incelemeler sonucunda 5 yönetim şekli belirliyor. Bu devletler içerisinde biri vardır ki; buna monarşi ve aristokraside diyebiliriz. Kendi ideal devletini bu rejim ile gerçekleştirileceği inancındadır. Aslında 6 yönetim şekli vardır da denilebilir. Ancak, aristokrasiyi ve monarşiyi tek bir yönetimin başta bulunanların çokluğu ve azlığı durumuna göre değişen tek yönetimin iki ayrı yüzü olarak görür. Bunun içindir ki, bu iki yönetim, tek bir olarak sayar;
“ Bunlardan biri bizim kurduğumuz devlet şeklidir. Ama ona iki ad verebiliriz. Baştakilerden biri ötekilerden üstünse, buna monarşi, baştakiler birbirine eşitse aristokrasi, yani en iyilerin yönettiği devlet ( PLATON, 2001:123).”
Bu hususa değinmemizin sebebi, Platon yasalar kitabında monarşi ile aristokrasiyi birbirinden ayırıyor. Devleti yönetmenin 6 şekli vardır’ der. Ya da daha doğru bir ifadeyle yönetim durumlarına göre 6 yönetim şekli vardır’ der. Aslına bakılırsa Platon devlet kitabında 5 yönetim şekli var, derken bile , 6 yönetim şeklini kast etmiş oluyor. Yasalar kitabında monarşi ile aristokrasiyi ayırmasının sebebi filozof olarak başa geçecek kralın kolay yetişmediğini kabul etmesinden kaynaklanıyor. Onda var olan erdemlerin tek bir kişide bulunmasından kaynaklanan sıkıntı ile aristokrasi ve monarşiyi birbirinden ayırmayı uygun bulmaktadır. Gerçek anlamda filozof-kralın yetişmesi bazen asırlar alabilmektedir. O yüzden bu erdemlerin kendinde çıktığı bireylerin bir kurul oluşturarak devleti yönetmesi gerektiğini ifade eder. Bu tür yönetime de aristokrasi adını  veriyoruz. Yani aristokrasi bazı erdemlerin kendinde çıktığı kişilerin bir araya gelerek ya da zorla bir araya getirilerek devleti yönettiği yönetim şeklidir. Platon gerçek bir filozof-kralın ortaya çıkması durumunda yönetimin kendisine bırakılması gerektiğini ve her anlamda bilge olduğu için, devletin yararını da gözeteceği için kanunları veya yasaları revize etme gücüne ve bilgisine sahip kişi olduğunu ifade eder. Bu yönetimin dışında yer alan 4 yönetim şekli vardır; 1) Timokrasi, 2) Oligarşi, 3) Demokrasi ve 4) Zorbalık (Tiranlık). Platon’a göre yönetim şekilleri bunlarıdır. Aynı zamanda her yönetimin kendine benzeyen bir de yönetileni olmak zorundadır. Bu yönetim adlarıyla anılan topluluklar ve halklar vardır. Mesela demokrasi rejimine karşılık gelen bir de demokrasi insanı vardır. Bu insanlar kendi yönetimlerinin özelliklerini taşırlar. Taşımak zorundadırlar. Aksi halde adını koyduğumuz yönetimin adı değişmek zorundadır. Yani demokrasi ile yönetilen bir toplumun, aristokrasi tipi insana sahip olması durumunda yönetilenlerin ihtilaliyle sonuçlanır ise ki böyle olması gerekir. Kendileri gibi bilge birini başa geçireceklerdir. Platon’a göre bu halklar içinde en iyisi, yönetim şekilleri içerisinde en iyisi olan aristokrasi’ dir; “ Aristokrasi şeklinin karşılığı olan insan üzerinde durmuştuk; ona iyi ve doğru insan diyebiliriz ( PLATON, 2001:210).” Bununla beraber yönetim şekilleri bakımından az önce de dediğimiz gibi en iyi yönetim aristokrasi’ dir. Bu yönetim halkın refahını ve mutluluğunu doğrudan etkileyecektir. Platon’a göre en mutlu ve mutsuz hak; “ Herkes açıkça bilir ki devletlerin en mutsuzu zorbalık, en mutlusu da krallıktır ( PLATON, 2001:240).” Platon bununla birlikte aristokrasiyi diğer yönetim biçimlerinden ayırır. Çünkü ona göre doğru ve bozuk olmayan tek yönetim aristokrasidir. Diğer yönetim şekilleri ise bozuk yönetimlerdir. Yani o yönetimler kusurludur. Bundan dolayı bir şekilde kargaşa ve kaos meydana gelir. Bozuk yönetim şekillerini de kendi içerisinde derecelendirir;
“ Bu merakını gidermek zor iş değil, çünkü belli adları var bu şekillerin. Söyleyeyim: Birinci ve en ünlüsü, Girit ve Lakedemonya’ nın devlet şekli, değer bakımından da ikincisi, Oligarşi dediğimiz şekildir; bunun bozuk yanlarını saymakla bitmez. Sonra bunun karşıtı olan demokrasi gelir; ondan sonra da hepsini bastıran Zorbalık; devletin dördüncü ve en son hastalığı! Bunlardan apayrı bir başka devlet şekli biliyor musun? Babadan oğula geçen krallıklar, satın alınan beylikler ve bunlara benzer şekiller, söylediklerimiz arasına girebilir… Yunanlılarda da, yabancılarda da bunların türlü türlüsüne rastlanır ( PLATON, 2001:210).”
Birinci yönetim Timokrasi’ dir. Bu yönetimler bozuk yönetimlerdir. Şunu da belirtmek gerekir; bu yönetimler arasında bir geçiş söz konusudur. Mesela oligarşiden demokrasiye veya demokrasiden tiranlığa gibi. Nasıl ki iyi yönetim olan aristokrasi ile monarşi arasında tek veya çok kişinin yönetmesine bağlı olarak yönetim şeklinin adı değişiyor ise. Aynı geçişkenlik bozuk yönetimler arasında da söz konusudur. Bunlar içerisinde en kötü yönetim tiranlıktır. Oligarşi yönetimi zenginler yönetimidir. Oligarşi’ nin, demokrasiye geçişi halk kitlesinin zenginleri öldürerek ya da zenginlerin bir şekilde ülke dışına çıkması ve bir daha kendi ülkelerine dönememeleri durumunda demokrasiye geçilmiş olur. Demokrasiden kast edilen şey bireylerin özgür bir şekilde hareket etmeleridir. Bu yönetimlerin sıralanışı aristokrasiye bağlıdır. Çünkü timokrasi- aristokrasiden, oligarşi-timokrasiden, demokrasi-oligarşiden ve tiranlıkta-demokrasiden çıkar. Yani aristokrasiye yakınlık ve uzaklık bakımından bozuk hale gelir bu yönetimler. Hangi yönetim aristokrasiye daha uzak ise o kadar bozuktur.
Timokrasi, devleti yönetenlerin arasına bir ayrılık düştüğü zaman ortaya çıkar. Daha önce belirli bir kuralla yönetilen ve her bir kurul üyesinin birbirine karşı bağlılığının bozulmasıyla aristokrasinin yerini timarşi alır. Bundan dolayı devletin yönetiminde aksamalar meydana gelir. Bu aksamalar ister istemez, yönetilenlere de yansır ve toplumda bir ayrılık meydana gelir. Böyle yönetimlere timokrasi denir. İkinci olarak oligarşi yönetimi gelir. Bu yönetim, “ Gelir üstünlüğüne dayanan devlet. Zenginlerin yürüttüğü, fakirlerin hiç karışmadığı düzen ( PLATON, 2001:215).” Bu yönetimde aristokratların bilgiye olan ilgilerinin azalması ve paraya olan düşkünlüklerinin artmasından kaynaklanır. Çünkü zenginlerin ve zenginliğin ön planda olduğu devlette ne kanun kalır ne de şeref. Bütün amaç daha çok zengin olmak için çalışmaktır. Bundan dolayı yasalar askıya alınır. Ya da zenginler tarafından çiğnenir. Bu da doğruluğun değil, yanlışın yönettiği bir yönetim halini alır. Bununla beraber zenginlerin daha zengin olmak için her yola başvurmasıyla sonuçlanır. Zengin olmak için zenginler, halkına zulüm etmeye ve onların emeğini sömürmeye başlar. Emeği sömürülen halk buna isyan eder ve oligarkları öldürür ya da ülke dışına kaçamaya zorlarsa bu da demokrasiyi doğurur. Demokrasinin ortaya çıkması daha çok zengin olmak için çalışan oligarkların git gide halkı yoksullaştırmasından kaynaklanır. Yoksullaşan halk bu işe dur demek için örgütlenmelidir. Çünkü kendileri yokluk içinde yaşarken, oligarklar zenginlik içinde seyr-ü sefa etmektedirler. Bu da halkta bir kin ve öfke doğurur. Bu kin ve öfkenin kusulması ve halkın kendilerinin olan malları geri alabilmeleri için oligarkların öldürülmesi gerekir. Bu da oligarşi yönetiminin sonunu getirir. Para hırsıyla yanıp tutuşan oligarklar aslında kendi sonlarını hazırlamışlardır. Bu da birçok oligarkın öldürülmesiyle sonuçlanır. Son olarak demokrasiden-tiranlığa geçiş kaldı. Artık bu yönetim şekli varılacak en son noktadır. Çünkü yönetenler, yönetilenlere zulüm etmeye başlar. Zorbalık kullanırlar. Zorbalığa geçiş, demokrasi yönetiminde yaşayan özgür bireylerin, doymak bilmeyen özgürlüklerinden kaynaklanır. Onlar her konuda devletin veya yönetimin bireylere karışmasını istememektedir. Bu doyumsuzluk onları bir zorba yönetici ile karşı karşıya bırakır. Oligarşi nasıl ki para hırsından demokrasiye geçti ise aynı hırs yani özgürlük hırsı demokrasinin de sonunu getirmiştir. Özgür olan bireyler artık köledirler. Hem de özgürlük adına köledirler. Kendilerini özgürleştirmelerini istemelerinden kaynaklanan sebep ile sorumsuz kişiler başa geçer. Bu sorumsuzluk neticesinde makam hırsıyla ve yönetme hırsıyla dolu olan yönetici, yönetilenleri ezmeye ve onları daha çok sömürmeye başlar. Bunun içinde yine halktan oluşan kolluk kuvvetlerini yani askerleri kullanır. Kendine karşı çıkan olursa cezasını canıyla öder. Yönetim şekilleri bunlardı bir de bunlara karşılık gelen yönetilenler vardır.
Birinci yönetim şeklimiz aristokrasiydi. Tek ve doğru yönetim şekli de budur. Bundan dolayı bu halk doğruluktan, iyilikten ve mutluluktan nasibini almışlardır. Bu devlet kanunlar ile düzenlenir. Kanunun amacı bireylerin ve devletin mutluluğudur. Bu devlette yaşayanlar her zaman iyiden ve güzelden yanadırlar. Çünkü ancak o şekilde doğruya ulaşabilir ( Doğrudan kast edilen şey hakikattir ).doğruyu bulmak için de bilime ve eğitime önem verirler. Doğru mefhumu herkesin ulaşabileceği bir şey değildir. Bundan dolayı bu kavrama bizi götürecek yöneticilerin bizleri yönetmeleri gerekir. Bu yönetici tek olabilir, ya da çok kişiden oluşan bir kurulda olabilir. Burada ki amaç toplumun mutluluğudur. Aksi takdirde bozulmaya yüz tutar. Ondan dolayı, yönetilenlerin ve yöneticilerin çok iyi bir şekilde eğitilmeleri gerekir. Bu yöneticilerin aynı zamanda bilime olan düşkünlüklerinden dolayı şan, şeref ve para hırsı gibi hırslarının olmaması gerektiğidir. Zaten bilim sevgisi bütün bu hırsların üstündedir. Onun için bizleri yöneteneler salt doğruluk ve iyi için devleti yönetirler. Bu da toplumun mutlu olması demektir. Timarşi insanı şan ve şeref peşinde koşar. Onun için önemli olan para değildir. Onun için önemli olan makam ve diğer insanların onu övmesidir. Güzel mevkilere geldiğinde gururu okşanır ve kendini mutlu hisseder. Bu da onda daha çok övülme isteği doğurur. Onun için parasını sağa sola dağıtmaya başlar. Devlet için parasını harcar. Amacı daha çok övülmek ve makam mevki elde etmektir. Ancak parayı hunharca harcaması onun sonunu getirir. Belli bir zamandan sonra toplum tarafından dışlanmaya başlar. Parası kalmadığı için bunu tersine de çeviremez. Bunun sonucunda mahkemede yargılanır. Şan ve şeref hırsı onun sonu olur. Şimdi ise oligarşi insanını tanıyalım. Oligarşi insanı para peşinde koşan insandır. Para için onurunu satar ve değer olarak saydığı her şeyi çiğneyebilir. Para bu toplumda yegane hırstır. Para için her şey yapılır. Bundan dolayı ahlaksızlık ve kanunsuzluk baş gösterir. Bu da toplumun ve yönetimin sonunu getirir. Demokrasi insanı özgürlükten kaynaklanan sebeple başı boş yaşar. Tabiri caizse, gününü gün eder. Bu insanda erdemlerden eser kalmamıştır. Ne yiğitlik vardır, ne ölçülülük, ne de adalet vardır. Bu toplum, bireylerin kendi keyiflerinin peşinde olğudu bir toplumdur artık. Temel amaçları bireysel hazdır. Kendinden başka bir şeyi düşünmezler. Onlar için gelenek- görenek önemsizdir. Çünkü bunlar bireyi kısıtlayan ve hazlardan uzak tutan şeylerdir. Bu toplumun istekleri zorunsuz isteklerdir. Yani insan için yapılması şart olmayan şeylerin yapılmasıdır. Ancak bu topluluk bunları sürekli bir surette yapmak ister ve hazsal anlamda kendini olabildiğince doyurmak niyetindedir. Son olarak zorbalık halkı kaldı. Bu halk yönetilenler arasında en mutsuzudur. Yalanın, yanlışın, hilenin en çok olduğu toplumdur. Mutsuzdur, çünkü yönetime getirdiği kişi halkına zulüm etmeye başlar. Onları fakirken daha çok fakir yapar. Zamanla halk tiranın kölesi haline gelir. Baş kaldırmasınlar diye de onları askerler aracılığıyla korkutur. Baş kaldıranları mahkemelerle yargıla ve öldürür. Yani zulmün kol gezdiği bu toplumda herkes tiranın kölesi olmuştur. O ne derse o olur. Aksini söyleyen cezasını çeker.
Platon kendi ideal devletine yönetim olarak aristokrasiyi seçti. Şimdi bu yönetim biçiminde kimlerin yönetici olacağına bakalım;
-        “ Peki, şimdi ne kalıyor incelenecek? Devletimizde yönetenler ve yönetilenler kimler olacak bu değil mi?
-        Evet.
-        Yönetenlerin yaşlılar, yönetilenlerin de gençler olması gerekir, diyemez miyiz?
-        Diyebiliriz tabii.
-        Yaşlılar arasında da en iyilerini seçeceğiz elbette.
-        Çiftçiler arasında en iyisi kimdir? Toprağı işlemesini en iyi bilen değil mi?
-        Evet.
-        Peki, yönetenlerimiz, koruyucularımızın en iyileri olacağına göre, bunların, devleti kurması en iyi bilenler arasından seçilmesi gerekmez mi?
-        Gerekir.
-        Bu iş için akıllı, değerli, üstelik de toplumla ilgili insanlar bulmalıyız.
-        Doğru.
-        İnsan en çok sevdiği şeylerle ilgilenir değil mi?
-        İster istemez.
-        Peki ama, insan en çok kimi sever? Kiminle arasında çıkar birliği varsa, kimin rahatını kendi rahatı, kimin yoksulluğunu kendi yoksulluğu sayıyorsa en çok sevdiği odur.
-        Doğru.
-        Seçeceğimiz insanlar ömürleri boyunca yalnız toplumun yararına işler görmüş, zararına olan şeylerden de kaçınmış insanlar olmalı.
-        Öyle olmaları gerekir.
-        Onları her yaşta gözetleyip bu ilkeye uygun koruyucular olup olamadıklarına bakmalı, bu adamlar hiçbir büyü, hiçbir zorla şu inanıştan ayrılmış olmamalı: yapılması gereken şey, devlet için en yararlı olan şeydir (PLATON, 2001:94).”
Bundan da anlaşılacağı gibi devleti yöneteneler bilgice ve yaşça büyük olanlardır. Eğitim faslında değinmiştik. En iyi yasa koruyucular bekçilerdir. Aynı zamanda eğitim olarak en iyi eğitim ve öğretim ( Burada önemli olan öğretimdir.) olan kişiler bekçilerdir. Yani koruyucularımızdır. Eğitim 20 yaşına kadar süren bir formasyondur. Aynı zamanda bir formasyondur. Bütün bir toplum bunu gerçekleştirmek zorundadır. Ancak bizim için önemli olan eğitim ( İdman-müzik ) değildir. Hakikatin bilgisine ancak ve ancak öğretim ile ulaşılabileceğini savunuyor. Platon, öğretim içinden de özel olarak geometriyi seçiyor. Bizi doğruya ulaştıracak olan bilimin yöntemi olarak da dialektikayı seçiyor. Öğretim kısmı 3 aşamada gerçekleşiyor. Son aşaması yaş olarak 50 ve üstü yani felsefe ile ilgilenecek kısımdı. Bu insanlar ki, bunlar sayıca çok az kişiler idi. Yönetimsel anlamda sıkıntı içine düşüldüğünde zorla başa geçirileceklerdi. Bunlar hakikatin ( Doğrunun ) bilgisine ulaştıkları için şan, şöhret, makam, mevki ve para hırsı olamadığı için yapacakları düzenlemeler, toplumun lehine olacaktır. Bunu da ancak ve ancak bir filozof-kral başarabilir. Yönetenler neden yaşlı olmalıdır? Çünkü bilimde belli bir olgunluğa gelmek ve doğruya ulaşmak için bilimin 3 aşamasından geçmek gerekir. Aksi takdirde devlet bilgece yönetilemez ve bilgece yönetilemediği için yok olmaya mahkumdur. Bilimin son aşaması ve filozofun başa geçmesi;
“ On beş yıl. Elli yaşında sağ kalan; her türlü iş ve bilimlerde, her bakımdan başkalarını aşanları, varılacak son yere iteceksin. Ruhların gözünü açıp her şeyi aydınlatan gerçek varlığın ta  kendisine bakmaya zorlayacaksın. İyinin kendini gördükten sonra onu örnek tutup toplumu, insanları ve kendilerini düzene sokacaklar. Kalan ömürleri boyunca vakitlerinin çoğunu felsefeye ayıracaklar. Ama sıraları gelince politika belalarına göğüs gerecekler. Birbiri ardı sıra kumandayı ele alacaksın şan, şeref için değil, yalnız halkın iyiliği için, kaçınılmaz bir ödevi yerine getirmek için devletin bekçiliğinde yerlerine geçecek, kendilerine benzer yurttaşalar yetiştirdikten sonra mutlular ülkesine göç edecekler. Devlet onlara anıtlar dikecek! Ve Apollon rahibesinin diyeceğine göre ya Tanrılar, yada mutlu ruhlar için kesilen kurbanlar onun için de kesilecek ( PLATON, 2001:206).”
Daha sonra platon en iyi filozofun olacağını ifade ediyor. Bunu söylemesindeki amaç? Hem teknik olarak hem de pratik olarak en iyi eğitimi almış kişiler olmasında kaynaklanıyor bekçilerin. Bu eğitim anlayışıyla zaten aksi düşünülemez. Aynı zamanda bekçiler içinden de yaşlı ve en bilge olanı olmak zorundadır. Bilge diyorum; çünkü hem bilim olarak hem de askeri teknik olarak başa geçecek kişi bu bilimlerin bilgesi olmaz zorundadır. Aksi takdirde kendinden daha zeki bir astının bulunması, vereceği kararları eleştiriye ve müdahaleye açık hale getirecektir. Bu da devleti yöneten kişinin hem ordu hem de toplum nazarında değersizleşmesine ve duyulan saygıyı azaltacaktır. Filozof-kral çok orjınal bir görüştür. Ancak şu soruyu sormamıza sebep oluyor; Bizler filozof-kraldan ne anlamlıyız? Filozof-kraldan şunu anlamalıyız; hem askeri, hem de bilimler konusunda varılacak son nokta ne ise o noktaya varmış kişidir. Platon’un gözünden bakacak olursak bilimler aracılığıyla hakikate ulaşmış. Bununla beraber askeri anlamda bir deha olup girdiği her savaşta galip gelen ve gelecek olan kişi olarak anlamalıyız. Platon’un filozof-kralını sadece bilimsel anlamda hakikate ulaşmış biri olarak anlar isek yanlış anlaşılacağı kanaatindeyim. Yani Platon’ un diliyle koruyuculuk bilgisini de en iyi şekilde anlayan v e onu iyi anladığı kadar en iyi uygulayan kişi olarak görmeliyiz.
 Platon kendi devletini bir insana benzetiyor. Ve en iyi en yönetilen devletin tek bir insana benzeyen devlet olduğunu söylüyor;
-        “ Hele devlet bir tek insan gibi olursa! Örneğin, bir insan parmağından yaralansa, canı ve bedeni onları yöneten başla birlikte bu yaranın acısını duymaz, parçanın derdi bütünün derdi olmaz mı? İnsanın parmağının ağrıması bu deme değil midir? Ne kadar küçük bir parçamız olsa, onun derdiyle dertli, onun keyfiyle keyifli olmuyor muyuz? O iyi olunca, iyileştik demiyor muyuz?
-        Böyle söylüyoruz gerçekten… onun için de  tek bir insana benzeyen devlet en iyi yönetilen devlettir, diyebiliriz ( PLATON, 2001:137-138).”
Platon aslında devletin her bir bireyinin derdini bizzat yönetenler ve yönetilenlerin ortak derdi olmalıdır. Aksi takdirde her bir birey kendi refahını ve mutluluğunun peşine koşacaktır. Bu da toplumun mutluluğunun göz ardı edilmesine sebep olacaktır. Bireylerden kasıt bütün bir toplumun toplu halde bir olaya sevinmesi ve üzülmesidir. Filozofun başa geçmesinin diğer sebepleri; var olanı yani değişmeyeni bilmesi. Bununla  beraber, varlığı olduğu gibi bilmesidir. Aksi takdirde devleti yönetemez. Devleti en doğru şekilde yönetebilmesi için var olanı bilmesi bundan hareketle var olana en uygun takdirde devleti yönetemez. Devleti en doğru şekilde yönetebilmesi için var olanı bilmesi bundan hareketle var olana en uygun yönetim biçimiyle, toplumu yönetmesidir. Bununla beraber bu toplum yasalar ile düzenlenir ve bu yasalara uygun olarak yönetilir.
Platon yasalar kitabı ile devlet kitabı arasında yönetimsel anlamda en belirgin fark; yönetici olarak filozof kraldan vazgeçmesi. Buna bağlı olarak ta aristokrasi yerine demokrasiyi seçmiştir. Demokrasiye bağlı olarak da devlet kitabında yasaların biraz daha geri planda oluşu, artık devleti yönetemeyecek olan filozof-kraldan mütevellid yasalara ağırlık vermiştir. Çünkü yasalar yöneticilerin de üstünde olan ve yöneticilerin yasalara tabi olduğu bir durum ortaya çıkmıştır. Platon bu görüşlerini değiştirmesinin temel sebebi, gerçek manada bir ideal devletin kurulamayacağı inancına sahip olmasından kaynaklanıyor. Onun içinde en iyiyi değil var olan yönetimler içinde en iyiye yakın olan yönetim biçimiyle kendi kurduğu devletini yönetimsel anlamda ona teslim edecektir. Platon yasalar kitabında 6 yönetim şeklinden bahseder; 1) Monarşi, 2) Demokrasi , 3) Aristokrasi, 4) Oligarşi, 5) Krallık ve 6) Tiranlık. Bu altı yönetim içerisinde 2 yönetim biçimi vardır ki, diğer yönetim şekilleri ondan çıkmıştır. Bu iki yönetim; monarşi ve demokrasidir.
“ Devlet düzenlerinin iki ana biçimi vardır; bütün öteki biçimlerin bundan çıktığı söylerse, doğru olur; birine monarşi, ötekine demokrasi adını verebiliriz; monarşi perslerde, demokraside bizde en uç noktasına varmıştır; ötekilerden hemen hepsi, dediğim gibi, bu ikisinin çeşitlemeleridir (PLATON, 2007:144).”
Platon kendi devletini inşa ederken artık realiteden yani gerçekten var olan yönetimler üzerinden bir yönetim biçimi inşa etme yoluna gitmektedir. Ona göre mükemmel devlet yönetim biçimleri yoktur. Sadece mükemmele yakın devlet biçimleri vardır; o da demokrasi ve monarşidir. Aslına bakılırsa bu iki yönetim biçiminin de eksiği çoktur. Ancak Platon’un yapmak istediği şey her iki yönetimden sentez yoluyla daha iyi bir yönetim biçimi oluşturmaktır. Monarşi ve demokrasinin diğer yönetim biçimlerine nazaran daha iyi oldukları bir nokta vardır. Demokrasi özgürlük bakımından. Monarşi ise, orta yol ve düzen bakımından diğer yönetim biçimlerinden ayrılmaktadır. Buna dayanarak iki yönetim biçiminin bir sentezi olarak yeni bir yönetim biçimi ortaya koyar. Buna ad vermez ama böyle olduğu takdirde bir devletin en iyi yönetileceğini savunur.
“ O halde, özgürlük ve uyum sağ görüşle birleşecekse, her iki yönetim biçiminden de  bazı şeyler olmalıdır; bunlardan yoksun olan biz devletin hiçbir zaman doğru düzgün yönetilemeyeceği söylendiği zaman, anlatılmak istenen budur ( PLATON, 2007:144).”
Platon için ideal yönetim biçimi budur. Platon devlet kitabında “her yönetim şekline denk gelen bir halk” var demiştik. Ancak burada bunu belirtmiyor. Belki de belirtmek istemiyor. Ancak bizler, kendi yönetim biçimine uygun bir vatandaş profili çizmesinden anlıyoruz ki; yönetim biçimlerine denk gelen vatandaşlar vardır. Bu kitapta yer vermediği kanaatine sahip olmaktayız.
“ Devlet ve yurttaşlar konusunda, olympiadlarda, savaş ve barış zamanındaki bütün yarışmalarda birinci olmak yerine, ülkesindeki yasalara hizmet etmiş olmakla ün kazanan kişi en iyi yurttaştır ( PLATON, 2007:190).”
Platon için ideal insan tipi yasalara uyan insandır. Yasalar devleti temsil eder. Yani bir nevi devletin yazıya geçirilmiş halidir. Yasalara uyan kişi aslında kendisinin iyiliğini refahını ve mutluluğunu düşünen kişilerin çizdiği yolda ilerlemesidir. Yasalar bütün bir toplumu her yönüyle düzenleyen ve haklının veya haksızın ortaya çıkmasını sağlayan kurallar bütünüdür. Yasalara gönül rızasıyla uygulamak demek; ben mutlu ve huzurlu bir yaşam istiyorum demektir. Bununla beraber bu topluma üye olan her bir birey mutluluğu istiyorum demektedir. Bunu da yasalara uyarak tescillemektedir. Buradan hareketle devleti yönetenlerin kimler olacağını belirtmek gerekir. Devlet kitabında devleti yönetenlerin bekçiler olacağını ifade etmiştik. Aynı durum burada da geçerli. Ancak farklı bir şekilde devleti yönetir bekçiler. Bu farklılık daha önce devleti yönetenlerin bekçiler içerisinde en bilgeleri olmaları ile devleti yönetebilmekteydiler. Yasalarda ise bekçiler seçim yolu ile başa geçerler. Bu seçimle başa geçiş tek bir bireyin başa geçmesi değil. Seçilen bireylerden bir konsey ya da kurul oluşturmak suretiyle devletin yönetimini gerçekleştirmektedirler. Yönetici şu şekilde seçilir;
“ Yönetici seçimi şu şekilde yapılmalı: atlı ya da yaya birliğinde silah taşımış ve yasaların elverdiği bilek gücüyle savaşa katılmış ne kadar kişi varsa, hepsi yönetici seçimine katılmalıdır; seçim kentteki en değerli tapınakta yapılacaktır. Her seçmen, adayının baba adını, kabile adını ve geldiği demosun adını bir tabletin üstüne yazıp, kendi adını ve öteki bilgileri de ekledikten sonra, bunu tanrının sunağına bırakacaktır. İsteyen otuz gün içinde uygun görmediği tableti alıp agoraya bırakabilir. Yöneticiler tabletler arasından üç yüze kadar en başta seçilenleri bütün kente açıklayacaklar ve göstereceklerdir; kent aynı şekilde bunlardan istediğini seçecek ve bu üçüncü oylama bu yüz kişi arasından isteyen istediğini seçecek ve bu üçüncü oylama kurbanlar arasından geçilerek yapılacaktır. En çok oy alan 37 kişi, haklarında inceleme yapıldıktan sonra, “Yönetici” ilan edileceklerdir (PLATON, 2007:217).”
Görüldüğü gibi yönetme işi seçim yoluyla gelen bir kurula bırakılmaktadır. Bu kurul oylama yoluyla yönetici olabilmektedir. Bundan dolayı Platon yönetim biçimini demokrasi olarak değiştirmiştir. Eğer bekçiler arasında en bilge 37 kişi seçilseydi, o zaman bu yönetim biçimi aristokrasi olurdu. Aristokrasi olmamasının sebebi yöneticilerin bile yasalara tabi oluşudur. Çünkü yöneticiler yasaların dışında herhangi bir uygulama gerçekleştiremezler. Ancak oy birliği ile vatandaşın lehine olmaksızın bir yasayı değiştirebilirler. Ancak bunu gerçekleştirirken herhangi bir şekilde düzeni bozacak yani toplumu fikir ayrılığına düşürecek davranışlardan kaçınırlar. Oylama ile seçilen yöneticiler yine yasalar ile göreve gelme ve görevden alma durumu söz konusudur. Platon göreve gelme ve görevden gitme yaşı olarak şunları ifade eder;
“……. Bir yasa bekçisi yirmi yıldan fazla bu görevde kalamaz, elli yaşından önce de bu göreve atanamaz; altmış yaşında atanan, yetmiş yaşından sonra yaşamaya devam ederse, artık bu yöneticiler arasında bu kadar önemli bir görevi sürdüreceğini düşünmemelidir ( PLATON, 2007:129).”
Bununla birlikte bu yöneticilerin bütün bir toplumu idare edebilmesi ve ağır olan yüklerinin azaltılabilmesi için bir meclis kurulmuştur. Bu meclis 30 üyeden oluşur. Bunların altında bunlara yardımcı olan 360 üye vardır. Bunlar 4 gruba ayrılarak 4 sınıftan 90 üye çıkarılır. Bu 360 üye yine seçim yoluyla görevlerine atanırlar . ve görevlerini ifa etmeye çalışırlar. Platon’un devleti bununla beraber seçkinlerin değil seçilmişlerin devleti haline gelir. Gelelim en önemli kısıma. Filozof-kralın bir yönetici olarak ortadan kaldırılmasına. Bunun sebebi böyle birinin kolay yetişemeyeceğinden kaynaklanıyor. Çünkü mağaradan çıkma ve hakikate ulaşmak zor ve meşakkatli bir süreçtir. Onun içindir ki, Platon filozof-kralı yasalar kitabında ele almıyor. Ancak şunu belirtmek gerekiyor; bu demek değildir ki filozof-kralın hiçbir zaman yetişmeyeceği. Platon bunu olanaklı kılmak için bir yandan demokrasiyi özelliklede monarşiyi destekleyerek bir sentez ortaya koyuyor. Bunu da yasalar ile destekliyor. Aksi takdirde, diğer yönetim biçimlerinde çıkacak olan filozof-kralın başa geçmesi mümkün görünmüyor. Bunu sağlamak için böyle bir yönetim biçimi ortaya koyuyor. Aslına bakılırsa platon filozof-kralın yöneteceği bir devleti içinde bir ümit olarak besliyor. Onu da şu şekilde açıklıyor;
“ Eğer bir gün tanrısal bir talihle yaradılıştan yetenekli bir insan doğar da bunları kavrayabilirse, kendisini yönetecek hiçbir düzenleme bilgiden daha üstün değildir, aklın bir şeye bağlı ya da köle olması doğru değildir, akıl, yapısı gereği gerçekten özgürse , her şeyi yönetmelidir. Ama bugün hiçbir yerde kesinlikle böyle bir akıl yok, olsa olsa kırıntısı vardır. Bu nedenle, ikincisi, yani yasa ile düzeni seçmek gerekiyor. Bunlarda genel olana bakar ve onu görürler, her şeye tek tek bakmaları olanaksızdır ( PLATON, 2007:371).”
Konunun başında değinilmişti devlet kitabında ideal devletin kurulacağı inancı, yasalar kitabında ortadan kalkmaktadır. Onun için yönetim biçimini daha realist bir çerçeveye oturtma gereği hissetmiştir, Platon. Bundan dolayı filozof-kral terimini yönetimin başına geçmesi konusunda kaldırmış. Ama bir gün çıkacağı ve yeryüzünde şimdiye kadar yönetilecek olan en mükemmel ve en mutlu devleti yöneteceği inancına sahiptir.









KA YNAKÇA

1)PLATON, (2007) Yasalar, Çev. Candan ŞENTUNA- Saffet BABÜR, Kabalcı yayınevi, İstanbul
2)PLATON,  (2001) Devlet,  Çev. Sabahattin EYÜPOĞLU- M. Ali CİMCOZ, Türkiye İş Bankası yayınları, İstanbul


EĞİTİM



Platon devlette eğitimi “Ağaç yaşken eğilir” mantığından hareket ederek çocuklukla başlatır. Platon eğitim sistemini inşa ederken irrasyonel olandan rasyonel olana doğru ilerleyerek inşa etmektedir. Platon’un devlette ki eğitim anlayışına göre doğru eğitimin ne olduğunu ifade etmek gerekir;
-          “Gençlerimiz, sağlam bir iklimin insanları gibi, çevrelerindeki her şeyden faydalansınlar, güzel ülkelerde bir meltemin kanadında gelen sağlık gibi sanat eserleri de onların gözlerine, kulaklarına mutlu etkiler sağlayan birer kaynak olsun. Gençlerimiz, ta çocukluktan güzelliği sevmeye, güzele benzemeye, onunla bir olmaya, kaynaşmaya özensinler!
-          -İşte, eğitimlerin en güzeli bu olurdu ( PLATON,  2001:84-85)”
Buradan da anlaşılacağı gibi Platon eğitimi güzele denk tutmaktadır. Onun için eğitim güzeli sevmeyi ve güzelin farkına varmaya eş değerdir. Bunun sebebi olarak Platon’un bilgi anlayışından kaynaklanan idealist bir yaklaşımdır. Platon’a göre bilgi üretilen bir şey değil hatırlanan bir şeydir. Bizler aslında var olan bütün bilgilerin bilgisine sahibizdir. Ancak onları unutmuş ya da bir şekilde hatırlayamamaktayızdır. Bu sebeple Platon’un bireye sağladığı eğitim zaten bireyde var olan bilgilerin gün yüzüne çıkan bilgileri iyiyi temsil etmektedir. Platon güzel ile iyiyi birbirine denk görmektedir. Yani ona göre güzel olan iyidir, iyi olan ise güzeldir. Zaten aksi düşünülemez. Kısaca söyleyecek olursak Platon’a göre eğitim ruhun gücünü iyiden yana çevirmesidir. Platon şöyle ifade ediyor;

 “ Eğitim, ruhun gücünü “iyi”den yana çevirme ve bunun için en kolayen şaşmaz yolu bulma sanatıdır. Yoksa ruhu görme gücünü vermek değil; Çünkü güç onda kendiliğinden vardır; ama kötü yöne çevriktir. Bakılmayacak yana bakmaktadır. Eğitim onu yalnız iyi yana yöneltir ( PLATON, 2001:186)”
Buradan da anlaşılacağı gibi eğitim mefhumu bireyin kendisinde bir aydınlanma yaşaması yolu ile iyiye doğru temayül etmesidir. İyiden kasıt ise bireyin erdemli bir birey olmasıdır. Platon eğitimini inşa ederken, bireylerde 4 erdemi ortaya çıkarma ve bu erdemlerin en doğru şekilde kullanılmasını amaçlamaktadır. Nedir o erdemler? Platon’a göre erdem 4’tür; 1) Ölçülülük, 2) Adaletlilik, 3) Yiğitlik ve 4) Bilgelik. Platon bireylerde bu erdemlerin bulunduğunu kabul eder. Ancak kiminde fazla veya kiminde az. Şunu da ifade etmek gerekir; bu erdemler her zaman doğru bir şekilde kullanılmamaktadır. O yüzdendir ki bireylerde var olan bu erdemlerin, herhangi bir çıkar gözetmeksizin ve riyadan, gösterişten kaçınarak kullanılması gerekir. Aksi takdirde sırf birbirine üstünlük kurmak veya şan, şeref elde etmek için kullanılmaktadır. Bu da ister istemez, toplumun yozlaşmasına ve toplumun bozulmasına sebep olmaktadır. Bunları ortadan kaldırmak ve iyi bir toplum olmak istiyorsak? Bireylerde var olan erdemlerin eğitim yoluyla iyiye doğru yöneltilmeli ve bireye en uygun olan mesleğin kazandırılması gerekmektedir. Aksi takdirde ne olur diye soracak olursak? Bireylere en uygun meslekler kazandırılmaz ise ya da işin ehli dururken o işin başına daha az ehil biri gelirse, bu devletin düzeninin bozulacağını ve işi ehiller yapmadığı için yıkılmaya mahkum olacağını ifade etmektedir.
Eğitim faslını biraz daha genişleterek uzun uzun anlatalım. Platon’un eğitimi en kısa haliyle “soyut- somut-soyut” formülü çerçevesinde ele alabiliriz. Yani onun eğitim anlayışı soyuttan-somuta, somuttan da- soyuta akan bir süreçtir. Ve eğitim dar bir oda içerisinde yapılan ve belli bir süreye sıkıştırılan bir şey değildir. Biraz konudan uzaklaşarak şunu ifade etmek gerekir; bugün psikolojinin geldiği nokta bireylerde yaşantı yoluyla bir eğitim oluşturma noktasıdır. Platon bunu 2500 yıl önce uzun uzun kendi ideal devletin de anlatmıştır. Platon’da eğitimin yaşantı yoluyla kazandırılacağını ifade etmektedir. Teori ile pratik birbirinden bağımsız iki şey değildir. Aksine birbirini tamamlayan bir elmanın iki yarısı gibidirler. Platon aslında anımsama kuramı, yaşantı yoluyla öğrenmeyi sağlayan bir kuram olmuştur. Bunu ortaya atarken belki bunu hedeflememiş olabilir. Ancak bilgilerimiz daha önce idealar dünyasında bireye nakşedilmiş ve tekrar gerçek dünyanın yansısı olan bu dünyada farklı olaylar yaşayarak aynı bilgilerin ortaya çıkmasını ifade etmektedir. Tabi sorulabilir; Acaba yaşadıklarımız veya yaşayacaklarımız idealar dünyasından tamamen ayrı ve farklı şeyler midir diye? Açıkçası tartışılması gereken bir konu. Bunu neden söylüyoruz eğer bilgilerimiz değişiyor ise o halde var olanlar ve bu var olanlar üzerinde bir yaşantı oluşturup yeni bir bilgi elde etmiyorsak, o halde önceden yaşadığımız bir şeyin ya bir benzerini yada aynısını yaşamış olmaktayız.
O halde Platon’un eğitim görüşünü biraz daha açalım. Platon’a göre insanın iki yanı vardır; 1) Beden ve 2) Ruh. Bu iki yana denk gelen iki tür eğitim türü vardır; 1) Beden Eğitimi (Jimnastik) ve 2) Ruh Eğitimi (Müzik). Platon bu iki yönü eğitmek için iki eğitim türünü seçmiştir. Ve bunlar aracılığıyla bir insanın en doğru şekilde eğitileceği kanaatindedir. Platon eğitim anlayışını devletin bir üyesi olan bekçiler üzerinden anlatmaktadır. Bizde bu anlatıma sadık kalarak alıntılarımızı bekçinin geçtiği bölümlerden alıntılamaktayız. Şunu da belirtmek gerekir. Eğitim bekçiler üzerinden anlatan Platon bunu bütün bir eğitim sistemine mal etmektedir.
Platon bekçinin yetiştirilmesi yani eğitimini geleneksel yollar ile yapmayı hedeflemektedir.
“ Şimdi bu yetiştirme nasıl olacak? Öteden beri sürüp gelen yetiştirme yolundan daha iyisini bulmak zordur. Bu yolsa, beden için idman, ruh için müziktir ( PLATON, 2001:64).” Görüldüğü gibi Platon eğitimi iki başlık altında yani idman ve müzik altında toplar. Bireyler için iyi eğitim bunlar ile sağlanır. Bunlar içerisinden de önce müzik eğitimi verilir. Bunu da şöyle bir alıntı ile belirtelim;
-          Peki, yetiştirme önce müzikle başlar, değil mi?
-          Evet.
-          Müzik dediğimiz eğitime söz sanatları da giriyor mu ?
-          Evet ( Platon, 2001:64).”
Buradan da anlaşılacağı gibi eğitimin başlangıcı müziğe bağlı olan söz sanatları ile başlamaktadır. Söz sanatlarından kastedilen şey ise edebiyat, şiir, masaldır vs. Ama Platon özellikle masal üzerinde durur. Söz sanatlarını ikiye ayırır; 1) Gerçeğe uygun olanlar ve 2) Uydurma olanlar. Uydurma olanlar isminden de anlaşılacağı gibi gerçekte var olmayan ama varmış gibi anlatılan şeylerdir. O da masala tekabül etmektedir. Yani eğitimin başlangıç noktası masaldır. “ Çocukları önce  masal anlatmıyor muyuz? Masalda gerçeğe uygun şeyler varsa da bunların çoğu uydurmadır. Küçükleri yetiştirirken idmandan önce masalları kullanırız ( Platon, 2001:64).” Şunu da belirtmek gerekir. Platon burada bütün masalları kastetmemektedir. Bunuda şöyle dile getirmektedir;
-          “ Öyleyse her aklına gelenin uydurduğu masalları çocukların dinlemesi doğru mudur? İleride edinmelerini istediğimiz düşüncelere aykırı şeyler duymalarına göz yumacak mıyız?
-          Hayır.
-          O zaman ilk işimiz, masalcıları kollamak olacak. Masalları güzelse, bırakacağız söylesinler. Kötüyse yasak edeceğiz. Anaları, dadıları kandırıp, çocukları yasak ettiğimiz masalları anlattırmayacağız. Çocukların bedenlerinden önce güzel masallarla ruhlarını yoğurmalarını isteyeceğiz. Bugün anlatılan masallara gelince, çoğunu atmalı (PLATON, 2001:64).”
Bundan da anlaşılacağı gibi devlet veya yöneticiler çocuklar için en uygun masalları seçecek olan kurumdur. Bu seçilen masalları, çocukların ruhi bakımdan gelişimini sağlayacak masalları seçmeliyiz. Masalların bir kısmının yasaklanmasının iki sebebi vardır; 1) Yalan söylemesi ve 2) Tanrıları kötülemesidir. Burada daha önce belirttiğimiz eğitimin mahiyetine geliyoruz. Neydi o? Eğitim bireyin iyiye yönelmesiydi. Yalan bireyin iyiye yönelmesine engeldir. Çünkü erdemlere ters düşer. Bundan dolayıdır ki; yalan içeren masallar yasaklanmalıdır. Tanrıları kötüleyen masalların sebebi ise açık ve nettir. Platon tanrıları sadece ve sadece iyinin sebebi olarak görmektedir. Onlar kötünün sebebi değildir. Eğer bizler çocuklarımıza tanrıyı kötüleyen masallar anlatırsak, çocuklarımıza tanrıya karşı bir ön yargı yerleştirmiş oluruz. Bundan dolayı çocuklarımız tanrıyı sevmezler. Yani tanrıyı sevmedikleri gibi tanrının sebep olduğu iyiyi de sevmeyeceklerdir.
“ Demek tanrı iyi olduğu için, insanların başına gelen her şey çoğumuzun sandığı gibi ondan gelmez. Yalnız iyi olan şeyler tanrıdan gelir… İyi şeylerde, kötülüklerden daha az olduğuna göre, Tanrıdan çok değil az şey gelir bize. Kötü şeyler için, başka sebepler aranmalı. Bunların tanrıdan geldiği söylenmemeli ( PLATON, 2001:66).”
Müzik eğitiminden sonra beden eğitimi gelir. Beden eğitimi isminden de anlaşılacağı gibi bedenin eğitilmesidir. Bu da belirli jimnastik veya güreş faaliyetiyle olmaktadır. Bu etkinlikleri daha çok bekçiler, savaşçılar vs. yapar gibi görünmektedir. Ancak Platon bunu herkesin yapması gerektiğini ifade eder. Hatta bu hareketleri yapmanın insanı zihinsel olarak da eğiteceğini ifade eder. Şimdi bunlar nasıl olmaktadır? Müzik eğitiminde pasif olan bireyler, beden eğitiminde aktif duruma geçerler. Bunun sebebi de yaşantı yoluyla elde edilen bu faaliyetlerin daha kalıcı hale geleceği ve bununla birlikte bireyin kendinde var olan eksikliklerin sahada daha net bir şekilde göreceği veya onu eğitenlerin göreceğini savunur. Aksi takdirde birey sadece teorik olarak öğrenirse, uygulama yanı eksik kalmış olur. Olası bir uygulamada mağlup olabilir. Bu mağlubiyetin neticesinde birey moral olarak kötü hissedebilir. Ama daha önce uygulamış ve hem bendenen hem de zihnen hazırsa yenilse de kendini bir şekilde toplarlar. Uygulama kısmında ise daha çocukken savaşı izlemeye götürülebilir. Yada aslına benzer belirli aletler ile oynayabilir. Bu oyuncaklar ise tahtadan veya topraktan vs. gibi maddelerden yapılmalıdır. Bir örnek ile açıklayacak olursak; At eğitimi almamış bir çocuğun, at eğitimine yatkın olabilmesi yada ileride alınabilecek at eğitimine hevesli olabilmesi için kendine özel olarak yapılmış bir tahtadan ata binerek ileride alacağı at eğitimine karşı ilgili ve alakalı olacaktır. Bu da çocuğun atlara olan ilgisini arttıracaktır. Son olarak şunu ifade etmek gerekir; beden ve müzik eğitimlerinin amacı zihinsel olarak bireylerin iyiye olan yönelimini kazandırmaktır. Yani beden eğitimi de neticede zihinsel olarak çocuğun gelişimini sağlamaktır.
-          “ Peki öyleyse, Glaukon, müzikle jimnastiğe dayanan bir eğitim yolu kuranlar, birçoklarının sandığı gibi, biriyle sade bedenimiz, ötekiyle yalnız içimizi eğitmek amacını gütmezler değil mi?
-          Hayır.
-          Herhalde ikisinin de amacı, daha çok kafamızı yetiştirmektir ( PLATON, 2001:92).”
Daha önce belirtmedik ama Platon eğitim ile öğretim arasında bir fark görmektedir. Eğitim beden ile ruh arasında bir senkron oluşturmaktır. Öğretim ise salt zihinsel bir faaliyet olan bilginin ortaya çıkmasını sağlayan bir faaliyettir. Bundan sonra öğretim faslını açıklayacağız. Öğretimde, eğitim gibi çocukluktan başlayacak bir faaliyettir. Çocukluktan başlamasının sebebi daha sonraki yaşlarımıza geldiğimizde öğretim hakkında en azından azda olsa bir bilgiye sahip olması istediğindendir. Bununla beraber öğretim 20’li yaşlara kadar çocuklara bu bilgiler karmaşık şekilde verilir. Yani verilen bu bilgilerin herhangi bir şekilde sınıflanması ve düzenlemesi söz konusu değildir. Bu bilgiler çocuklara gelişi güzel olarak verilmektedir. Öğretimde verilmesi gereken 3 tür bilim vardır; 1) Aritmetik, 2) Geometri ve 3) Astronomi ’dir.
Aynı zamanda metod olarak da kendimize Dialektika’yı seçmeliyiz. Bundan dolayı, Platon Dialektika’yı bilimlerin tacı olarak görür. Öğretim süreci içerisinde ilk verilmesi gereken bilim Aritmetik’tir. İkinci olarak, öğretilmesi gereken bilim Geometri’dir. Geometri, Platon için ayrı bir öneme sahiptir. Platon’a göre geometri gerçeğe ulaşmada bir aracı yada gerçeğe götüren bir yol olarak görüyor. Yani gerçeğin özüne geometri ile ulaşacağını ifade ediyor. “ Bunda anlaşırız elbet; çünkü, geometri, değişmeyenin bilgisidir ( PLATON, 2001:195).” Platon geometri bilimi ile ideaların bilgisine ulaşacağını düşünmektedir. Diğer bilimler ise buna yardımcı niteliğindedir. Ancak onlar ile gerçeğin bilgisine ulaşamayız. Üçüncü bilim ise Astronomi’dir. “ Üçüncü bilim olarak da astronomiyi verelim mi dersin ( PLATON, 2001:195)?” Bunların dışında Platon dördüncü bir bilimin varlığından bahseder. Ancak onun daha keşfedilmediğinden bahseder. Keşfedildiği takdirde bu bilimlerin yanına ekleneceğini dile getirir. Platon eğitim ile öğretim arasındaki farkı söyledikten sonra. Öğretimin, eğitimden farklı olarak  öğrenme zorunluluğu yoktur. Yani eğitim zorla da olsa bireye kazandırılacak olan bir süreçtir. Ancak öğretim keyfi tutulur çünkü her zihin bu bilgileri kavramaya bilir. “ Çünkü, hür insan hiçbir şeyi şeyi köle gibi öğrenmemeli. Bedene zorla yaptırılan şeyin ona kötülüğü olmasa bile, kafaya zorla sokulan şey akılda kalmaz ( PLATON, 2001:209).” Eğitimin amacı bireyi iyiye yöneltmek olduğu için kimi yerde zor kullanılabilir. Yada yapısı gereği bazı bireylerin gevşekliği yada ilgisizliği onların eğitilmesine engel olmamalıdır. Bireyler eğitime karşı bir tavır alır yada karşı durmaları durumunda bekçiler aracılığıyla gereken cebir uygulanmalıdır. Aksi takdirde kötüye bakan ruh düzeltileme. Ve de bu toplumun yapısını bozar. Aynı zamanda bir huzursuzluğa yol açabilir. Öğretimde durum çok daha farklıdır. Öğretimin amacı hakikate yani idealara ulaşmaktır. Platon devlet kitabında herkesin gerçeğe ulaşamayacağını kabul eder. Mağaradan çıkan insan sayısı kısıtlıdır. Bu yüzden zor kullanılarak mağaradan çıkabilecek insanlarında, bu zor kullanma yüzünden mağaradan çıkma durumunu ortadan kaldırmamak gerekir. Platon’un devletinde mağaradan çıkanlar mağaradan çıkamamışlara yol göstermelidir. O kişide Filozof-Kral’dır. Bu eğitimlerin 20 yaşına kadar herkese verilmesi gerekir. Hem dağınık verilen öğretimin hem de eğitimin ( müzik-idman). 20 yaşından sonra öğretim bakımından bir ayrılık baş göstermektedir.
“ Bundan sonra, yirmisine varan delikanlılar arasında bir seçme yapılacak. Seçilenler ötekilerden daha üstün tutulacak ve çocukken onlara karmakarışık verilen bilgiler artık bir sıraya konarak verilecek ki, bakalım, hem bilimlerin kendi kendileriyle, hem de gerçek varlıkla ilintilerini geniş bir görüşle kavrayabiliyorlar mı ( PLATON, 2001:203)?”
Yani 20 yaşından sonra bireylere karışık olarak verilen bilimleri zihinsel olarak bir sınıflama yapmaları gerekiyor. Eğer bireyler bunu becerebiliyorlarsa öğretim süreci devam eder. Aksi takdirde bir zanaat ile uğraşırlar. Çünkü istidad olarak bilimleri öğrenmeye meyilli değildirler. 20 yaşından sonra 30’una kadar öğretim süreci devam eder. Ondan sonrada bir eleme gerçekleşir.
“ Bu denemeyi de yapıp hangilerinin dialektikaya en elverişli, bilimlerde, savaşta ve kanunların istediği bütün işlerde en sağlam olduğunu anlayınca, otuzuna varan seçkinler arasından bunları ayıracaksın. En büyük şerefleri vereceksin onlara. Hepsini birer birer dialektika da deneyeceksin. Hangilerinin göz ve öteki duyularının yardımı olmadan akıl gücüyle varlığın ta kendisine yükseldiğini araştıracaksın. İşte dostum, en dikkatli olacağın yer de burasıdır ( PLATON, 2001:204).”
Daha öncede belirttiğimiz ulaşmadaki metodumuz dialektida’dır. Platon gençlerin dialektika ile ilgilenmelerini istememektedir. Çünkü onlar yaşları ve düşünce durumları itibariyle dialektikayı salt eleştiri yapmak için kullanmaktadırlar. Bundan dolayıdır ki; çocuklarımızı genç yaşta dialektika ile tanıştırmamak gerekir. Çünkü o birini eleştirel olarak bozduğunda hırslanır. Ancak hitabeti ve mantıksal çıkarım yönünden daha kuvvetli biri geldiğinde de o zaman kendi tartışmada kaybeden taraf olur ve hakikate ulaşmada yöntem olarak kabul ettiğimiz, dialektikadan soğur ve bir daha ilgilenmez. Yani onu terk eder. Bir daha dönmez ona. “ Seçtiğin otuz yaşındaki adamların bu acınacak hale düşmemeleri için dialektikaya girmelerinde önce alınacak bütün tedbirleri alman gerekmez mi ( PLATON, 2001:205).”
-          “ Daha gençken dialektikayı tatmalarını önlemek, önemli bir tedbir sayılmaz mı? Herhalde görmüşsündür, delikanlılar dialektikanın tadına vardılar mı, aşırı giderler bir oyun yaparlar onu. Birbirlerinin tersini söylemekte kullanırlar. Kendilerini bozanlar gibi onlar da başkalarını bozmaya çalışırlar. Birbirlerini akıl oyunlarıyla çekiştirip didiklemekten köpek yavruları gibi zevk alırlar.
-          Gerçekten bu büyük bir zevktir onlar için.
-          Karşılarındakini sık sık bozduktan ve kendilerini de bir hayli bozulduktan sonra, önce inandıkları şeye inanmaz olurlar artık. Sonunda onlar da, onlarla birlikte bütün felsefe de halkın gözünden düşer ( PLATON, 2001:205).”
Son aşamada 50 yaşından sonraki aşamadır. Öğretimin bu aşamasında gerçekliğin kendisine bakmaya zorlanır bireyler. Aynı zamanda yeri geldiğinde aksayan devlet yönetimine ve siyasete dahil olurlar. Buradaki amaçları rayından çıkan ve iyiden sapan yönetimin düzeltmektir. Yani devletin tekrar iyiye temayülü için katalizör görevi görürler. Ve zamanlarının büyük bir çoğunluğunu felsefeye ayırırlar.
“ On beş yıl. Elli yaşında sağ kalan; her türlü iş ve bilimlerde, her bakımdan başkalarını aşanları, varılacak son yere iteceksin. Ruhların gözünü açıp her şeyi aydınlatan gerçek varlığın ta  kendisine bakmaya zorlayacaksın. İyinin kendini gördükten sonra onu örnek tutup toplumu, insanları ve kendilerini düzene sokacaklar. Kalan ömürleri boyunca vakitlerinin çoğunu felsefeye ayıracaklar. Ama sıraları gelince politika belalarına göğüs gerecekler. Birbiri ardı sıra kumandayı ele alacaksın şan, şeref için değil, yalnız halkın iyiliği için, kaçınılmaz bir ödevi yerine getirmek için devletin bekçiliğinde yerlerine geçecek, kendilerine benzer yurttaşalar yetiştirdikten sonra mutlular ülkesine göç edecekler. Devlet onlara anıtlar dikecek! Ve Apollon rahibesinin diyeceğine göre ya Tanrılar, yada mutlu ruhlar için kesilen kurbanlar onun için de kesilecek ( PLATON, 2001:206).”
Öğretimin bu son aşamasından sonra bireyin ortadan kalkması ile Platon’un devlet kitabında ele aldığı ideal eğitim ve öğretim son bulmaktadır.
Yasalar kitabı Platon’un devlet kitabında ideal devlet için yer verdiği konuları daha açık bir şekilde değerlendirdiği kitap olarak göze çarpar. Ancak eğitim faslı devlet kitabındaki gibi. Daha detaya inmekten ziyade onun devamı niteliğindedir. Özellikle bazı bölümleri tekrardan başka bir şey değildir. Eğitim kısmında fazlaca bir değişiklik yapmamıştır. Aksine bazı bölümlere değinmemiştir. Şunu ifade etmek gerekir; Platon devlet kitabında kurduğu eğitim çerçevesini, yasalar kitabında korumuştur. Çünkü onun eğitim anlayışı idea’ya varan ve değişmesi pek mümkün olmayan bir anlayışa sahiptir. Mesela aynı şeyi yönetim için söyleyememekteyiz. Yönetim kısmını açıklarken buna değiniriz.
Yasalara göre eğitim;
“ Haz ve sevgi, acı ve nefret akılla kavrayamadıkları çağda çocukların ruhunda doğru biçimde oluşursa, akılla kavramaya başladıkları zaman da uygun alışkanlıkları edinme konusunda akılla doğru bir uyum kurarlarsa, bu uyumun bütünü erdemdir; hazlar ve acılar konusunda, başlangıçtan sonuna nefret edilecek şeylerden nefret edecek, sevilecek şeyleri sevecek biçimde doğru yetişmiş olmayı uslamlama ile ayırıp da “eğitim” diye adlandırdığında benim tanımıma uygun doğru bir tanım yapmış olursun ( PLATON, 2007:85-86).”
Devlet kitabında eğitim için güzele ve iyiye, ruhun çevrilmesi demiştik. Bununda erdemlerin bireylerin ruhuna kazandırılması ruhuna kazandırılması yoluyla gerçekleşeceğini ifade etmiştik. Bir fark olarak burada özellikle usun vurgulanması belirtilebilir onun dışında anlamsal manada bir fark yoktur. Bireye kazandırdıklarınız usa uygun değilse bireyin yaradılışına aykırı bir durum söz konusu olur. Ama usun ruhta var olan bir yeti olduğunu kabul eder. Ve ruhun iyiye doğru döndürülmesi, direkt olarak bireyin yaradılışına uygun, yani usa uygun olur. Bu da orada mantıksal açıdan bir farkın olmadığını sadece net bir ifaden kaçındığı yargısına varmamız kanaatini taşımamızı sağladı.
Bir benzerlik olarak yine devlet kitabında eğitimin müzik ile başladığını ve beden eğitimi ile devam ettiğini ifade etmiştik. Yasalar kitabında da eğitim müzik ile başlar. Yani müziğin söz kısmı olan edebiyat ile başlar ve beden eğitimi ile devam eder. Müzik eğitimi ruhun ve bedenin bir uyum içerisinde çalışmasıdır. Yani müziğin temel hedefi ritim ve düzen kazandırmaktır. Bu sayede ruh beden ile birbirleriyle olan ilişkisini nasıl kuracağını ve nasıl uyumlu bir şekilde hareket edeceklerini bilir duruma getirilir. Müziğin arkasından gelen beden eğitimiyle de kısa sürede nasıl akılsal olarak görünüş dünyasına dair problemlere çözüm üretileceği sorununu ortadan kaldırır. Devlet kısmında bahsetmiştik. Beden eğitiminin amacı farklı olarak “Krypteia” terimini kullanıyor, Platon. Platon yasalar kitabında Krypteia eğitimini vurgular. Bunu şöyle açıklayabiliriz; Gerçek bir savaştaymış gibi köyler basılır ve insanlar öldürülür. Aynı zamanda beden eğitimi uygulamalı bir eğitim olup devlet kitabında bahsedilen uygulamaya dair, diğer bütün maddeler bunun içinde geçerlidir. “ Bunları yetiştiren kişi de her birinin eline aslının aynı küçük araçlar vermeli, örneğin marangozun cetvel ve çekül kullanması, savaşçının oynarken ata binmesi ( PLATON, 2007:74).” Yani beden eğitimi tamamen uygulama üzerine kurulmuş bir sistemdir. Somut olaylar üzerinden yürüdüğü için bu şekilde daha nitelikli bireylerin yetiştirileceği inancındadır. Platon devlet kitabında olduğu gibi yasalar kitabında da eğitim ile öğretim arasında bir fark görmektedir. Eğitim bütün bir topluma öğretilmesi gereken bir durumdur. Çünkü bireylerin başı boşluğunu ortadan kaldırmak ve düzeni sağlamak için bireylerin biçimlendirilmesi ve bu biçimlendirmelerinin sonucunda erdemlerin ortaya çıkması gerekir. Aksi takdirde toplumsa huzurun bozulduğu ve kaosun hakim olduğu bir toplum haline gelir. Eğer eğitim bütün bir topluma uygulanmaz ise o zaman bireylerin birbirlerine karşı zulüm etmesinin önü açılmış olur. Ya da adam kayırmanın, adaletsizliğin önü açılmış olur. Onun için eğitim yoluyla bireylerin ruhlarının iyiye doğru çevrilmesi gerekir.
Öğretim kısmı yine devlet kitabında olduğu gibi 3 kısma ayrılıyor; “ Özgür yurttaşlar için üç bilgi alanı daha var: birincisi, hesap ve sayı bilgisi; ikicisi, uzunluk, yüzey ve hacim ölçme bilgisi; üçüncüsü de, yıldızların dönüşü ve bu doğal harekette birbirleriyle olan ilişkileri ( PLATON, 2007:299).” Anlaşılacağı üzere; 1) Aritmetik, 2) Geometri ve 3) Astronomi bilgisidir. Yöntem olarak da yine “Dialektik” yöntemi kullanıyor, Platon. Daha öncede bahsettiğimiz gibi. Bireylerin zihninde zaten bu bilgiler var ancak üstü bir şekilde örtülmüş ya da unutulmuşlardır. Bu yöntem ile bu bilgiler tekrar gün yüzüne çıkartılmalıdır. Hakikatin bilgisine geometri bilimi ile ulaşabiliriz. Bu eğitim sisteminin koruyucusu yöneticiler olmalıdır. Aynı zamanda uygulayıcıları da yine yöneticilerin atadığı öğretmenler olmalıdır. Aksi takdirde verilen eğitimin gerçekleşip gerçekleşmeyeceği tartışılmaya başlanır. Doğal olarak bütün toplum için düşünülen ideal vatandaş profili gerçekleştirilemeyecektir.
Belki de devlet kitabında yer alan ancak, yasalar kitabında yer almayan tek husus şu olabilir; bilimlerin belli aşamalarda bireye verilmesi hususudur. Yasalar kitabında böyle net bir ayrım söz konusu değildir. Belki de Platon erdemlerin ruhunda erken çıkmış bir bireyin erken yaşta bu bilgilerin öğretileceği fikrine varmış olabilir. Ya da gereksiz bulduğu için yasalar kitabında yer vermemiş olabilir.
Görüldüğü üzere devlet kitabı ile yasalar kitabı arasında eğitim bakımından çok bariz bir fark yoktur. Bunun olmayışının sebebi bilginin genel-geçer değil, sürekli kalıcı ve değişmez olduğu inancıdır. Bu bakımdan ele alındığında he iki kitap da fark olmayışı akla yatkın bir durumdur.







KAYNAKÇA

1)PLATON, (2007) Yasalar, Çev. Candan ŞENTUNA- Saffet BABÜR, Kabalcı yayınevi, İstanbul
2)PLATON,  (2001) Devlet,  Çev. Sabahattin EYÜPOĞLU- M. Ali CİMCOZ, Türkiye İş Bankası yayınları, İ

YASALAR ÖZET


     Yasalar kitabı, Platon’un ideal devletine son halini verdiği kitabıdır. Platon ideal olarak iki kitap yazıyor; 1) Devlet ve 2) Yasalar. Platon, Devlet kitabında değindiği bazı kısımları, Yasalar kitabında değiştiriyor. Hatta ve hatta Devlet kitabında değinmediği, kesinliğe vardırmadığı konuları da Yasalar kitabında kesin bir şekilde ifade ediyor.
    Platon, Yasalar kitabında devletin yönetiminden, eğitiminden, yargılamalardan, savaşlardan ve bir devletin yaptığı veya yapması gereken her konuya değiniyor. Benim için önemli olan ve Yasalar kitabında gördüğüm ve gördüğümde mutluluk duyduğum konu yargı’dır. Ve yargının hayatın her alanına nüfuz ediyor olmasıdır. Hatta ve hatta devleti yöneten kişinin bile yargılara boyun eğmesi gerektiğini söylemesi önemli bir konudur. Bunu neden söylüyorum; çünkü yargı sınırları belirler ve her hareketin, her olayın bir sınırı olmalıdır. Platon buradan hareketle insanın doyumsuz yanı olan güdüsel yönü ya da hayvani (bedensel) yönünü sınırlamak ve onun bizi yanlışa yönlendirmesini engellemek için bütün bir sistemini yargı temeline oturtmuştur. Yani yasa; kural, kanun, kaide vs. gibi adına ne derseniz deyin. Belli bir kalıba ve düzene oturtmasıdır. Bu kanunlar sadece sınır çizmez. Aynı zamanda devletin devlette yaşayan bütün bireylerin hayatlarını düzenli bir şekilde sürdürmesini sağlamaktadır. Platon yasaya ne kadar önem verdiğini kendisinden alınan bir alıntı ile ifade edelim; “ Bir devlette yasa güçsüzse ve çiğneniyorsa, bence yıkılış çok yakındır; ama yöneticiler onun kölesi ise, devlet kurtuluş ve tanrıların kentlere verdiği nimetlere kavuşur (PLATON, 2007:173)” Buradan hareketle Platon yasaları bir devletin var olması ve ayakta kalması için tek konu olmadığını ancak onların içinden en önemlisi olduğunu işaret etmiştir.
      Platon çoğu devlet yönetim biçimlerini incelemiş ve hatta bazılarını bizzat yerinde görmüştür. Bunlardan hareketle kendi devlet yönetiminin nasıl olması gerektiğini uzun uzun anlatmıştır. Platon’a göre;
            “ Devlet düzenlerinin iki ana biçimi vardır: bütün öteki biçimlerin  söylenirse doğru olur; birine
                 monarşi, ötekine demokrasi adını verebiliriz; monarşi perslerde, demokrasi de bizde en uç nok-
                                tasına varmıştır; ötekilerin hepsi dediğim gibi, bu ikisinin çeşitlemeleridir ( PLATON, 2007:144)”
Monarşi ve demokrasi Platon’a göre diğer yönetimlerin içinden çıktığı iki yönetimdir. Platon her iki devlette de bu yönetimlerin iyi bir şekilde uygulanmasından hareket ederek bu iki yönetimi uzlaştırma yoluna gider. Peki Platon neden birinden birini seçmez de bu iki yönetimin ortasında ya da arasında bir yerde yönetim biçimini inşa eder? Çünkü Platon monarşiyi aklı selim olmayı, demokrasi devleti ise özgürlük ve uyumu yani bireylerin hayatlarını rahat bir şekilde yaşadığı, istediklerinin hepsini olmasa da büyük bir çoğunluğunun yapıldığı olarak anlar ve ifade eder. Ve demokrasi devlet ve millet arasında bir uyumu sağlar. Platon şöyle ifade eder;
       “ O halde, özgürlük ve uyum sağ görüşle birleşecekse her iki yönetim biçiminden de bazı şeyler
            olmalıdır; bunlardan yoksun olan bir devletin hiçbir zaman doğru düzgün yönetilemeyeceği söy-
                               lendiği zaman, anlatılmak istenen budur (PLATON, 2007:144)”
Velhasıl kelam Platon’a göre devletin yönetim bu şekilde meydana getirilmektedir.
     Platon için diğer önemli bir husus ise eğitimdir. Eğitim neden önemlidir? Çünkü devletin varlığı ve devletin bekası için eğitim önemlidir. Günümüz eğitim anlayışlarıyla bakacak olursak benim gördüğüm, Platon’un eğitim anlayışı; soyuttan-somuta ve yaparak-yaşayarak öğrenme biçimlerini kapsar. Bunu nerden çıkarıyorum diyorsanız? Platon’un eğitim anlayışında her beyin ya da her birey bütün bilgileri kavrayamaz bunun için belli aşamaları ile ilerlemesi gerekir. Ve bu aşamaların ilkinde fizik dünya yani görünenin eğitimi verilir. Bundan sonra aşama aşama gidilir ve en son ideaların bilgisine ulaşılır. Diğer bir husus ise Platon savaş eğitimi veya zirai eğitim gibi eğitimlerde bireyler malzemeleri ve yapılan işi görmelidirler. Hatta ve hatta gerektiğinde bireyler bunu uygulamalıdır. Eğitimle bireyde yapılmak istenen ise erdemlerin ortaya çıkmasıdır. Aynı zamanda bedensel hazlardan kurtulmaktır. Bunun içindir ki; Platon eğitimi sadece eğitim verenlere değil bütün bir millete yükler. Eğitilen bireylerin eğitiminin doğru ve düzgün bir şekilde gerçekleştirilmesi için bütün bir toplumun; ölçülü, adaletli, aklı başındalık ve cesur davranması gerekir. Bunu bir örnekle açıklayacak olursak; çocuğunun yalan söylememesini isteyen bir baba yalan söylememelidir.
     Bütün bir kitabı kısaca özetleyecek olursak; Platon kendi devletinde yapılması gereken yapılması her şeyin en ince ayrıntısına kadar yazmıştır. Ancak şunun inancındadır; böyle bir sistem yer yüzünde kurulamaz. Çünkü bu sistem bireylerin hayatlarında büyük fedakarlıklar yapmasına yol açacaktır. Bireylerin bedensel yanı bunu istemeyecek ve hatta bazı başı bozuk birileri çıkıp bu sistemi değiştirmeye çalışacaktır. Ama yine de Platon ve devletinde varılacak en son nokta mutluluktur. Çünkü mutluluk nihai sondur.

KAYNAKÇA
1)PLATON, (2007) Yasalar, Çev. Candan ŞENTUNA- Saffet BABÜR, Kabalcı yayınevi, İstanbul